10 Ağustos 2015 Pazartesi

Velilere Öneriler

SAYIN VELİ; 
 Çocuğunuzun derslerdeki başarısı için aşağıdaki hususlara önem veriniz. 
1. Çocuğunuzun sağlık durumu ile yakından ilgileniniz. Hastalıklardan bir kısmı, çocuğun hayat enerjisini önemli ölçüde azaltarak onu dermansız bırakır. Bir kısmı ise; doğurdukları devamlı acı ve ağrılar yüzünden çocuğun ilgi ve dikkatini ders konuları üzerinde toplamasına engel olur. Sağlık durumu çocuğun okul başarısına etki ettiği gibi bazı rahatsızlıkların bilinmemesi veya tedavi ettirilmemesi birtakım uyumsuz davranışların da sebebi olacaktır.
2. Çocuğunuzu kahvaltı ettirmeden veya yemek yedirmeden kesinlikle okula göndermeyiniz. İlköğretimdeki çocuk hızlı bir büyüme ve gelişme dönemindedir. Bu konuda titiz olunuz. Yemeklerini zamanında yediriniz.
3. Çocuğunuzun kılık- kıyafetine özen gösteriniz. Kıyafetlerinin okul kurallarına uymasına ve temizliğine dikkat ediniz. 
4. Çocuğunuzun derslerinin ve davranışlarının daha iyiye yönelmesi için, öğretmenlerle sıkı bir işbirliği kurunuz. Veli toplantılarına mutlaka katılınız. 
5. Çocuğunuzun yaşamındaki en etkili çevre aile çevresidir. Çocuk yaşamında en çok etkili örnekleri ailesinden alır. Anne-baba olarak tüm davranışlarınızla çocuklarınıza örnek olunuz.
6. Çocuğunuzu iyi tanıyınız. Çocuklardan yapamayacağı şeyleri istemeyiniz. Onları yeteneklerinin ötesinde başarı göstermeye zorlamayınız. 
7. Çocuğun tüm arzularının yerine getirilmesi ona her istediği şeyi yapabileceği, elde edilebileceği kanısının verilmesi veya tam tersi isteklerinin çok sınırlandırılması, hiç yerine getirilmemesi çeşitli uyumsuz davranışlar geliştirmelerine neden olacaktır. Bu konuda titiz olunuz.
8. Çocuğunuza yeteri kadar harçlık veriniz. Harçlığını mümkünse aylık veya haftalık olarak toptan veriniz. Böylelikle kendisini yönetmesini öğrenecek ve sorumluluk kazanacaktır. 
9. Çocuklarınızı başka çocuklarla veya kardeşleri ile mukayese etmeyiniz. Her insanın sahip olduğu nitelikler farklıdır. Onları olduğu gibi kabul ediniz.
10. Çocuklarınızı korkutmayınız. Fazla baskılardan, bedeni cezalardan, olmayacak sınırlamalar koymaktan kaçınınız. 
11. Çocuklarınızın belli davranışları için anne-baba olarak değişik davranış göstermeyiniz, aynı şekilde davranınız.
12. Çocuklarınızla iyi notların yanında zayıf not almasının da normal olduğunu ve çalışmakla durumunu düzeltebileceğini telkin ediniz.
13. Çocuğunuzun okul yaşantısı ile ilgileniniz. Anlattıklarını dinleyiniz. 
14. Çocuğunuzun okul dışındaki arkadaşlarının kontrol ediniz. 
15. Çocuğunuzun okul ve öğretmenler hakkında şikayetleri olursa onu dinledikten sonra okul yönetimi ve öğretmenler ile görüşünüz. 
16. Öğretmenler öğrencisinden makul olan ders araç ve gereçlerini almasını istemişlerse, bunları zamanında ve yeterince temin ediniz. 
17. Ders çalışırken, çocuğunuzu ev işi, çarşı, pazar işi vb. için kaldırmayınız.
18. Çocuğunuzun mümkün olduğu kadar sosyal yaşantılar içinde, sosyal olmasını sağlayınız. Okul ve çevresindeki sosyal faaliyetlere katılmasına izin veriniz. 
19. Çocuğunuzu sık sık eleştirmeyiniz. Hele bunu başkalarının yanında asla yapmayınız. Onun aşağılık duygusuna kapılmasını önleyiniz.
20. Beğendiğiniz takdir ettiğiniz taraflarını söyleyiniz. Onun kendine güven duymasını sağlayınız. Çocuklarınız arasında ayrım yapmayınız. Çocukları kıskandırmayınız. Hepsine sevgi ve ilgi gösteriniz.
21. İçinde bulundukları yaşlarda arkadaş çocuğunuz için çok önemlidir. Arkadaşı olmasına, iyi arkadaş seçmesine yardımcı olunuz. 
22.Tv izlemede çocuğunuza iyi alışkanlıklar kazandırınız. Sürekli TV izlemek çocuğunuzun başarısını olumsuz yönde etkiler. Ancak bunu zor kullanarak değil ikna ederek gerçekleştiriniz. 
23. Çocuğunuzun okuluna ve eve zamanında gelişini sağlayınız, varsa geç kalma alışkanlığını önleyiniz. 
24. Evde çocuğunuza rahat bir çalışma ortamı hazırlayınız. Çocuklarınızın zararlı alışkanlıklar edinmesine engel olunuz. Onları zararlı alışkanlıklara karşı duyarlı hale getiriniz.
25. Çocuklar önünde yapılan tartışmalar, kavgalar onları mutsuz, güvensiz ve endişeli olmalarına neden olur. Sorunlarınızın yanında konuşmayınız, münakaşa etmeyiniz.
26. Çocuğunuzun çeşitli sorunları için sınıf öğretmenine başvurunuz. 
27. Çocuğunuzun evde ders çalışmasını kontrol ediniz. Ancak sürekli şekilde "dersine çalış" ikazı olumsuz etki yapmaktadır. Ona güvendiğinizi belli ederek uyarınız. 
28. Çocuğunuzun okula devam durumunu yakından izleyiniz.
29. Çocuğunuzun yanında ona uygulanan eğitimin tartışmasını yapmayınız. Okul ve öğretmenler ile ilgili görüşlerinizi çocuğun yanında açığa vurmayınız. Çocuğunuzun çalışma programı yapmasına, uygulamasına yardımcı olunuz. Planlı çalışma üzerinde durunuz. 
30. Çocuklarınıza karşı sabırlı, soğuk kanlı ve anlayışlı olunuz. Doğal olarak onlar hata yapacaklardır. Kusurları ve kötü hareketleri olacaktır. Çocuklar düşündüğünüz, istediğiniz gibi tavır ve davranışlar göstermiş olsalardı ailede ve okulda eğitim denilen şeye gerek kalmazdı.

7 Ağustos 2015 Cuma

Örnek Olaylar İle Karşılaşılan Problemlerin Çözümü

PROBLEMLERİ NASIL ÇÖZERİZ?
Karşılaştığımız problemleri 3 ana yöntemle çözebiliriz.
1- Alternatifleri Araştırma
2- Problemi Sahiplenme
3- Ben Mesajları 
 
Çocuklarımızla, eşimizle, anne babamızla, kardeşlerimizle, arkadaşlarımızla ve toplumla olan ilişkilerimizde zaman zaman sorunlar yaşarız. Bu sorunlar bazen o kadar karmaşıklaşır ki, üstesinden gelmekte güçlük çekeriz. Hayatta hiç problemi olmayan insan yoktur. Bu engelleri aştığımız ölçüde mutlu oluruz.
Çocuklarımızda istemediğimiz davranışların ortadan kalkmasını istiyoruz. Genelde biz böyle durumlarda ne yaparız? Hemen akıl vermeye başlarız. Çocuklarımız sustuğu ve sadece biz konuştuğumuz zaman problemleri halletmiş gibi bir hisse kapılırız.
Çocuklarımızla ilgili herhangi bir hedefe ulaşmamız gerektiğinde onlara doğrudan akıl vermek yerine daha farklı yollar denememiz gerekir.
Bir atasözü vardır. "Bir musibet, bin nasihatten daha etkilidir." Fakat bizler bu atasözünü bilmemize rağmen, ısrarla çevremizdeki insanları ve çocukları değiştirmek için akıl vermeye devam ederiz. Ne kadar çok akıl verirsek çocuğumuz o kadar az problem yaşar zannederiz. Karşılaştığı problemleri halleden çocuklar değil de bu problemlerden kaçan çocuklar yetiştirmiş, onların yaşayarak öğrenmelerine engel olmuş oluruz. Elbette hiç akıl vermeyelim demiyoruz. Ancak çocuğumuzun bütün hayatını akıl vermek vererek şekillendirmeye kalkmamalıyız.
Bebek daha dünyaya geldiğinde anne babanın yönlendirmesi başlar ve ömür boyu devam eder:
"Elleme, cıss, yapma, dokunma, Sevil'le oynama, terli terli su içme, hırkanı giy, dikkatli yürü, bardağı kırmadan götür, dökmeden ye, ağzını yakma, süt çok sıcak, dikkat et, dersini iyi dinle, ödevlerini yap, çok tele¬vizyon seyretme, bilgisayarla oynama, çantanı hazırla, kahvaltını yap, sabah giderken alacaklarını unutma, büyüyünce doktor ol, evlilikte acele et¬me, biz sana uygun birini buluruz, bak anne babanın bulduklarıyla evle¬nenler daha mutlu oluyor." Bu tür emir ve isteklerle devamlı olarak yapmaları gereken şeyleri öğütlemeye gayret ederiz. Bu öğütler ömür boyu devam eder. Verdiğimiz öğüt ne kadar çoksa çocuğumuzun da o kadar iyi olmasını bekleriz.
Çocukların hangi liseye gitmesi gerektiğine daha çok anne ve baba karar verir. Üniversite sınavına girerler. Çok iyi puan alsalar bile hangi bölüme gitmesi gerektiğine anne baba karar verir.
Çocuklarının kendi başlarına karar vermelerine, kendi çizgilerini çizmelerine çok fazla imkân tanımazlar. Sevgili anne babalar; çocuklarınızın hayatlarını bu kadar çok kontrol altına aldığınızda, yönlendirdiğinizde daha sonra çocuklarınızın bazı şeyleri yanlış yapmaları durumunda ne yapacaksınız?
Atılan ok hedefi vurmazsa ne olacak? Sonuç: Pişmanlık.
Akıl vermenin birinci dezavantajı: Birisi size akıl vermeye başladığında o kişiye karşı direnç gösterirsiniz. Ya onun dediğini yapmazsınız veya aksini yapmak istersiniz.
Akşam yemeğine oturdunuz. Çok sevdiğiniz yemek var. Anneniz ısrarla diyor ki "Hadi ye, bunlardan da yemelisin, benim hatırım için." Bu sözler üzerine çok canınız istediği halde yemiyorsunuz. Direnç gösteriyorsunuz.
İnsanlarda kendilerine sürekli akıl verilmeye başlandığında ona karşı bir direnç oluşur. Bu yüzden insanları karşınıza alıp akıl vermek yerine öncelikle onların yanında olmanız gerekir.
Siz hiç şimdiye kadar işçinin, işçiye karşı yürüdüğünü duydunuz mu? Hiç çocuğun çocuğa karşı isyan ettiğini gördünüz mü? Hayır. Hep karşı tarafa doğru hareket ve direnç vardır.
Dolayısıyla çocuklarınızdan, eşinizden, arkadaşlarınızdan direnç görmek istemiyorsanız öncelikle onlarla aynı tarafta olduğunuzu vurgulamanız gerekir.
Akıl vermenin ikinci dezavantajı: Artık yapılması gereken her şeyi siz söylediğiniz için, çocuklarınız neyi nasıl yapacaklarını düşünmemeye başlarlar. Çünkü hep yapılması gereken şeyleri siz söylemişsinizdir. "Hadi yavrum yürü, hadi kalk, hadi otur, hadi nefes al" gibi biraz abartıyla birlikte çocuklarınızın yapmaları gereken her şeyi söylersiniz. Bırakın çocuklarınız biraz kendi başlarına işlerinin üstesinden gelmeye çalışsınlar.
Çözüm: Basamakları sırayla çıkmak gerekir. Bunun yolu akıl vermek değildir. Problemin karmaşıklığına göre bu uzunca bir zaman da alabilir. Ne yapacağımızı bilerek sabırla problemin üzerine gidersek sonuca ulaşabiliriz. Bunun için merdivenin basamaklarını sırayla çıktığımız gibi problemi çözmek için de belli bir sıra takip edilmelidir.

Çocuğunuzla ilgili bir problemle karşılaştığınızda o problemi nasıl çözeceksiniz?
1- Alternatifleri Araştırma
Problemin çözümüne alternatifleri araştırarak başlayabiliriz. Bunun için de takip edilmesi gereken yol, aşağıdaki gibi olmalıdır.
1) Çocuğun hislerini anlamak ve açıklığa kavuşturmak için, yansıtıcı dinleme kullanılmalıdır.
2) Beyin fırtınası yaparak alternatifler araştırılmalıdır.
3) Çözüm bulmakta çocuğa yardım edilmelidir.
4) Kararın olabilir sonuçlarını tartışılmalıdır.
5) Uygulama için söz vermesi sağlanmalıdır.
6) Gidişi değerlendirmek için bir zaman üzerinde anlaşılmalıdır.
Örnek Olay:
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethetmek için kaç tane projesi olduğunu biliyor musunuz? 40 farklı proje hazırlıyor ve 4. Projesiyle fethediyor. Gemilerin karadan da yürütüleceğini söylemek o an verilen bir karar değildir. Daha fetih planı hazırlanırken şayet Haliç'ten geçemezsek o zaman ne yaparız sorusunu Fatih Sultan Mehmet projeyi hazırlarken düşünmüş ve çözüm olarak gemilerin karadan da yürütülmesi gerektiğini projeye dâhil etmiştir. Alternatifi olmayan en güzel bir fikir bile başarısızlığa uğrayabilir.

1) Çocuğun hislerini anlamak ve açıklığa kavuşturmak için, yansıtıcı dinleme kullanılmalıdır.
"Sinirlenmiş görünüyorsun."
"Bana … hissediyorsun gibi geliyor."
Bu ifadelerde olduğu gibi, "Yansıtıcı Dinleme" becerisini gösterdiğiniz zaman çocuklarınız kendi duygu ve düşüncelerini çok daha rahat bir şekilde açıklığa kavuşturabilir ve kendi problemlerine karşı daha akılcı yaklaşabilirler. Çoğu zamanlar bizim onları etkili olarak dinlememiz bile kendi başlarına çözüm üretmelerine büyük oranda katkı sağlar. Çocuklar o dinleme esnasında veya sonrasında sorunlarına çözüm bulabilirler.
Yansıtıcı dinlemede zamanlama çok önemlidir. Çocuk kendini özgürce ifade edinceye kadar yansıtıcı dinlemeyi sürdürün. Seçenek araştırmaya başlamada acele davranmayın; aksi takdirde çocuk sizin onu yönlendirdiğinizi düşünebilir. Seçenek araştırmanın etkili olabilmesi için daha önce açık bir iletişimin varlığı söz konusu olmalıdır.
2) Beyin Fırtınası yaparak alternatifler araştırılmalıdır.
"Bu konuda yapabileceğin bazı şeylere birlikte bakalım mı?"
"Öğretmeninle aran daha iyi olsun istiyorsan neler yapabilirsin?"
Çocuktan mümkün olduğu kadar çok fikir almaya çalışın.
Seçenek araştırmaya başlamadan önce çocuğun hazır olup olmadığına dikkat edin. Belki bir süre daha çocuğun hislerini yansıtmaya devam edebilirsiniz. Acele etmeyin. Sorunun tüm yönleriyle su yüzüne çıkmasını sağlayın.
Önerilerinizi mümkün olduğu kadar az söyleyin ve ilk önerilerin çocuktan gelmesini destekleyin; böylece çocuğun fikir için size bağımlı olmasını önlemiş olursunuz.
Beyin fırtınası ilk başta çok büyük şirketler de uygulanmaya başlayan bir yöntemdi. Daha verimli hale gelmek ve yeni iş kolları açmak için yapıyorlardı. Bizler de küçük şirket yani aile olarak beyin fırtınaları estirmek durumundayız. Beyin fırtınasını evde nasıl uygularız?
Ailenin bütün fertleri bir araya gelirler. Mümkün olduğunca altı yaşından büyük çocuklarla yapılır. Altı yaşından küçük olanlar, çok uzun süreli olmamak kaydıyla bizim bu duygu ve düşüncelerimize katılabilirler.
Çocuklarımızın akşam zamanında yatmasını istiyoruz. Bunun için neler yapabiliriz? Hep beraber ailecek oturulup hızlı bir şekilde fikir yürütülür. Öncelikle çocukların konuşmalarına fırsat verilir. Çocuklar alternatif getirmeliler. Çocukların söyleyebilecekleri en alakasız fikirler karşısında bile onlara "hayır saçmalama" gibi cümlelerle onların hayal dünyalarının ve beyin fırtınalarının önüne geçmememiz gerekir. Kim ne derse desin. Bun¬ları yazılı olarak toplamamız gerekir. Bir deftere yazmalıyız. Mümkün olduğunca fazla fikir almalıyız. Yeteri kadar beyin fırtınası estirmeliyiz.
Örnek Olay:
12 kişilik bir öğrenci grubuyla beyin fırtınası yaptık. "Ataç ne işe yarar" dedik. Bildiğiniz kâğıt tutturma aracı... Herkesten gelen farklı fikirleri hiç sözlerini kesmeden ve yargılamadan ne söyledilerse yazdık. 12 kişiden tam 192 tane farklı fikir çıktı! İnsan doğası gereği kendisinin de katıldığı bir kararı daha büyük bir isteklilikle uygular.
Çocuklarımızın kendilerini ifade edebilme ve beyinlerini harekete geçirebilme adına onları bolca düşündürmemiz gerekli. Anne, baba ve kardeşlerin olduğu bir ortamda bu düşüncelerini açık bir şekilde ifade edebilmeli. Bu ortamı sağlayabilirsek çocukların kendilerine olan güvenleri artar.

Çocuğunuz 6–8 yaşlarında iken bir problemle karşılaştığı zaman yansıtıcı dinleme yaptınız ve sorunlarını beyin fırtınası yoluyla halletmeyi öğrettiniz. Onun kendi sorununun çözümünde fikir üretmesini sağladınız ve çözüm önerilerini sabırla dinlediniz. Çocuklarımız 21 yaşında hayata atıldıklarında 15 yıllık bir birikime sahip olacaklardır. Böylece insanlarla iletişime geçebilen, toplum içerisinde konuşabilen, sorunlara farklı çözümler getirebilen, sağlıklı bireyler olarak onları topluma kazandırmış oluruz.
Bir sorun olduğunda sadece akıl verirsek, günlük rutin konuşmaların ötesine geçmezsek ve onun fikrini almazsak ilerde karşılaştığı en küçük bir problemde bile ne yapacağını bilemeyecektir. 25 yaşına geldiklerinde daha hayata yeni başlıyor gibi tecrübesiz olacaklardır. Çünkü o güne kadar hiçbir problemi tek başlarına halletmemişlerdir.
Anne babalar çocuklara düşünmeyi öğrenme, kendilerine güven duymalarını sağlama adına, sorun olan değil de çözüm üreten bireyler olmalarını istiyorlarsa evde beyin fırtınası estirmelidirler.
3) Çözüm bulmakta çocuğa yardım edilmelidir.
"Sence en iyi fikir hangisi?"
Çeşitli fikirleri değerlendirmekte çocuğa yardım edin.
Deneyim eksikliğinden dolayı çocuğun fikir üretemeyeceği zamanlar olacaktır. Böyle durumlarda kendi fikirlerinizi geçici bir ifade ile sunun: "...yaparsan acaba nasıl olur, hiç düşündün mü?"
Örnek Olay:
Çocuğunuz "Akşam geç yatacağım" diyor. Bunun olabilecek sonuçlarını konuşmanız gerekir. "Sabah kalkmakta zorlanırsın. Okula zor yetişirsin. Uykunu alamadığın için okula gittiğinde, arkadaşların can kulağıyla öğretmenini dinlerken, sen öğretmenini dinlemekte de güçlük çekebilirsin, tüm günün verimsiz geçer" veya "Erken yatıp erken kalkalım, erken kalktığında da aynı işleri yapabilirsin" gibi öneriler sunabilirsiniz.

4) Kararın olabilir sonuçlarını tartışılmalıdır.
"Böyle yaparsan neler olacağını düşünüyorsun?"
5) Uygulama için söz vermesi sağlanmalıdır.
"Ne yapmaya karar verdin?"
"Söylediklerini ne zaman yapmayı düşünüyorsun?"
Kararınızın olabilir sonuçlarını görüştünüz. Ortak bir karara vardınız.
Bu kararı verdikten sonra çocuğunuzdan söz vermesini isteyin. Sonra aldığınız bu kararı uygulamaya başlayın.
6) Gidişi değerlendirmek için bir zaman üzerinde anlaşılmalıdır.
"Ne zamana kadar bunu uygulamayı düşünüyorsun?"
"Bu konuyu tekrar ne zaman görüşelim?"
Küçük yaşlardan itibaren düşünmeyi öğrenen, sorunlara farklı çözümler getirebilen, empati kurabilen çocuklar, hayatta her şeye rağmen başarılı olmuşlardır.
Bir Hikaye
Kriz ortamlarında insanlar olumsuz bir hava içinde olurlar. Hiçbir şeyden zevk almazlar, mutlu olmazlar. Çıkışı olmayan bir ümitsizlik duygusu içindedirler. Ama bazı insanlar bu farklı ve zor zamanlarda bile değişik alternatiflerle çıkış noktalan bulmaya çalışırlar.
Mağazalar zincirine sahip büyük bir şirket, bu zincirine yeni mağaza daha ilave etmek ister. Uygun bir yer beğenirler ve satın alırlar. Satın aldıkları yerin ortasında küçük bir dükkân vardır. Dükkân sahibi yerini şirkete vermeyi kabul etmez. Bunun üzerine büyük şirket sahibi; "Tamam o zaman, biz de küçücük dükkânının etrafına dev alış veriş merkezimizi kurarız. Sen de aramızda kaybolur gidersin" der. Bu sözlere rağmen adam ikna olmaz. Küçücük dükkânı çevreleyen dev alışveriş merkezi sonunda tamamlanır. Nihayet açılış günü gelir. Dükkân sahibinin onlara bir sürprizi vardır. Küçük dükkânın yeni adı "Ana Giriş" olmuştur. İşlerin azalması beklenirken büyük bir patlama olur.

Çocuklarınızın zekâlarını geliştirme, onları yarınlara hazırlama, karşılaştıkları sorunları çözme adına sizler evde ne yapıyorsunuz? Onlardaki yetenekleri nasıl ortaya çıkarıyorsunuz?
Beyin Fırtınası Örnek Olay:
20 kişilik bir öğrenci grubuna şöyle bir soru sordum.
Bu fotoğraf kimin?
"Benim ne erkek ne de kız kardeşim var. Fotoğraftaki adamın babası, benim babamın oğlu."
Fotoğraf kime ait?
Öğrenciler çeşitli cevaplar verdiler. Dakikalar geçmiş olmasına rağmen bir türlü beklediğim doğru cevap gelmedi. Bir öğrenci, "Öğretmenim doğru cevabı bir an önce söyleyin lütfen! Yoksa kafam çatlayacak gibi oluyor!" dedi. Çocuklarımızı çok sevmek, onları rahat ettirmek adına aslında onlara ne kadar büyük kötülük yapıyoruz ki çocuk 12 dakika düşündüğünde kafası çatlayacak hale geliyor. Bu çocuklar büyüdüklerinde ne gibi bir rol üstlenebilir, hangi problemlerin üstesinden gelebilirler merak ediyorum.

Beklemek; Beklemeyi öğrenmek, insanın kişiliğini ve sabrını geliştirir. Sabırlı insanlar kişilikli insanlardır. Çocuklarınızın arzularını hemen yerine getirmeyin. Belli engelleri aştıktan sonra isteklerine ulaşırlarsa daha sağlam kişilikli olurlar.

2 -Problemi Sahiplenme
Ortada bir problem varsa önce bu problemin kime ait olduğu tespit edilmelidir. Problem sizin mi, eşinizin mi, çocuğunuzun mu? Problem kiminse çözümünü de bulmalıdır.
Düşünmeliyiz. Kimin işi? Eğer benim işim ise ben ilgilenmeliyim. Çocuğumun işi ise çocuğum, eşimin işi ise eşim ilgilenmeli.
Eve biraz sonra misafir gelecek. Çocuğunuzun eşyaları dağınık. Ne yaparsınız? Kendi işlerinizin arasında bir de çocuklarınızın eşyalarını mı toplarsınız? Dağınık kalırsa ne olur?
Gelen misafirler çok ayıplar.
Misafirlere karşı rezil olursunuz.
Kendiniz hiçbir işe yetişemezsiniz.
Zor durumda kalırsınız.
Evde hiç kimse size destek olmaz.
Bu dünyaya sırf yayıntı toplamaya geldiğinizi düşünürsünüz.
Bütün bunları düşünüyor ve hissediyorsanız o zaman sorunun kime ait olduğunu bilmiyorsunuz demektir.
O halde problem kime ait? Önce bunu belirleyelim. Problem çocuğun. O zaman çocuk kendi yayıntısını kendisi toplamalı. Gelsin kendisi toplasın. Aslında çok zor bir şey de değil. İnsan nasıl alışırsa öyle gider.
Sorunun kime ait olduğunu tespit edelim.
Örnek Olay:
Temizlik yapıyorsunuz. Misafir gelecek... Çocukların oyuncaklarını toplamamış olması kimin sorunu? Annenin mi, babanın mı, çocukların mı? Odanın dağınık olması beni kötü durumda bırakacak. O yüzden benim sorunum. Çocuklarınızla bir anlaşma yapın. "Çocuğum çabuk oyuncaklarını topla. Çünkü toplamazsan evimin dağınık olduğunu görecekler ve bu beni mutlu etmeyecek..." Toplamamakta ısrar ediyor. O zaman oyuncakları toplayın bir poşete koyun. İki gün oyuncakları yasaklayın. Böylelikle çocuklarınız, kendilerinin yapmaları gereken işleri yapmaya başlayacaklardır.
Bunu uygulamak başlangıçta kolay olmayabilir. Eğer ısrarla uygulamaya devam ederseniz, sağlıklı ve mutlu olacaksınız. Uygulamazsanız evdeki bazı insanlar fazla geniş ve rahat bazıları ise sinirli olacaktır.
 
3-Ben Mesajları
Ben mesajları; karşımızdaki kişiyi suçlamadan, eleştirmeden, yargılamadan onu olduğu gibi kabul edip, karşımızdaki kişiyle ilgili olarak hissettiklerimizi onunla paylaşmaktır. "Sen.." diye başlayan cümleler yerine "Ben.." diye başlayan cümleler kurmaktır.
Karşımızda yapılan davranışın değil, sonuçlarının bizim içim olumsuzluk meydana getirdiğini ifade edebilmektir. Daha çok kendi hissettiklerimizi ona da hissettirebilmektir.
Bazen karşımızdaki kişilerin yanlışlarını düzeltme, onlara daha güzeli gösterme adına kendimizce çok iyi niyetle tavsiyelerde bulunuruz. Fakat bunları yaparken kelimelere yüklediğimiz anlam, ses tonu, jest ve mimiklere dikkat etmeyiz. Oysa karşımızdaki insan, konuşurken sergilediğimiz tutuma göre bir anlayış geliştirir. Sonra da yanlış anlaşıldığımızı düşünürüz, oysa yanlış anlatma ihtimalimizi hiç düşünmeyiz. Kaş yapalım derken farkında olmadan göz çıkarmış oluruz.
Bazen çok iyi niyetle bir şey söylemek isterken, söylediklerimiz yanlış anlaşılıyor ve o yanlış anlaşılmaları düzeltmek için özür dilemek ve çok dil dökmek zorunda kalıyoruz. Yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmak ve söylemek istediğinizi açık ve doğru bir şekilde ifade edebilmek için üç tane tılsımlı kelime söyleyeceğim.
Bu üç tılsımlı kelimeyi kullanmaya başladığınızda artık; insanlara duygularınızı ifade ettiğinizde onları kırmamış olacaksınız. Duygularınızın anlaşılmış olmasının verdiği rahatlığı yaşayıp, karşı taraftan da beklediğiniz ilgiyi göreceksiniz. Yaşamaktan zevk alacaksınız. Sizinle tartışmaktan çok hoşlanan kimselerin artık tartışacak bir şey bulamadıklarını göreceksiniz. Artık kimse size küsemeyecek. Çünkü bu üç tılsımlı kelimeden sonra çok farklı olacaksınız.
Nedir bu üç tılsımlı kelime?
İşte bahsettiğimiz üç kelime, ben mesajının çatısını oluşturan kelimelerdir. Kurgu şu şekilde olmalıdır:
"………… zaman, ……………..korkuyorum, çünkü……………………."
Buradaki anahtar kelimeler "zaman", "korkuyorum" ve "çünkü"dür.
Örnek Olay:
Okuldan çıktıktan sonra çocuğunuzun en geç saat 16.30 da evde olması gerekiyor. Ama saat 17.30 olduğu halde hala gelmedi. Meraktan çatlıyorsunuz. Nihayet biraz sonra zil çalıyor ve çocuğunuz geliyor. Ne yaparsınız? Sanırım ilk tepkileriniz şu olur:
"Neredesin sen? Saat kaç oldu? Beni meraktan öldürecek misin be çocuk? Beni sinir hastası yapacaksın? İnsan annesini bu kadar bekletir mi?
Neredeydin? Çabuk anlat..." gibi tepkiler verirsiniz ve genelde bir tartışma başlamak üzeredir.
İşte burada çocuğunuzla bir çatışmaya girmemek, çocuğunuza bir anne olarak neler hissettiğinizi anlatabilmek için özenle söylemeniz gereken bazı cümleler var. Eğer o cümleleri kurarsanız çocuğunuz size karşı tepki oluşturmaz. Siz ondan özür beklerken o size kızmaz ve sizinle güç yarışına girmez. Kendini cezalandırılmış gibi hissetmez. Sizin o andaki tepkinizi ona karşı öfkeniz olarak değil de, üzüntünüz olarak anlar. Sadece "Evet haklısın annecim, özür dilerim" der.
Ne söyleyeceğiz? Öncelikle sizi rahatsız eden davranışı açıklayın. Ama lütfen suçlamayın, etiketlemeyin. Örneğin "Sen zaten hep geç kalıyorsun!" demeyin. Sizi rahatsız eden davranışın nedenini söyleyin.
"Okuldan sonra hemen eve gelmediğin zaman, başına bir şey gelmiş olacağından korkuyorum." Burada "Okuldan sonra hemen eve gelmediğin zaman" kısmında bizi rahatsız eden şeyi açıklamış oluyorsunuz. Açıklama var, suçlama yok. Sadece durumu ve davranışı anlatıyorsunuz. "Başına bir şey gelmiş olacağından korkuyorum" kısmında ise o davranışın sonucunu yani o davranışın sizin üzerinizde meydana getirdiği etkiyi ve hislerinizi anlatıyorsunuz.
Sonrasında davranışın sonucunu açıklıyorsunuz: "Çünkü nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu."
Cümleyi bütün olarak tekrar söyleyelim:
"Okuldan sonra hemen eve gelmediğin zaman, başına bir şey gelmiş olacağından korkuyorum. Çünkü nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu."
Böyle söylerseniz çocuğunuz nasıl tepki verir? Deneyin ve görün.
Çünkü sözcüğünü vurgulamalısınız ki muhatabınız, nişlerinizin kendi yaptığı davranış ile ilgili değil, sonuç ile ilgili olduğunu anlasın. Yani aslında siz onun bir saat geç gelmesine içerlemediniz. Esas sizi üzen, bir saat boyunca onun nerede olduğunu bilmemenizden dolayı başına bir şey gelebilecek olmasından korkuyor olmanızdır.
Anne-Baba Okulu eğitimlerimize katılan Fethiye Hanım anlatmıştı.
"Bir gün eşimle çocuğum anlaştığımız üzere saat altıda geleceklerdi. Ama saat geldiğinde ortalıkta kimse yoktu. Yemekleri de sofraya koydum. 30 dakika geçti yemekler soğudu, benim moralim bozulmaya başladı. Bir saat geçti hala yoklar. Artık yemeklerin soğumasından vazgeçtim. Eşim ve çocuğum hakkında endişe etmeye başladım. "Acaba arabayla kaza mı yaptılar? Çocuğa bir şey mi oldu? Neden hiç haber vermiyorlar? Şu anda neredeler acaba? Hastaneleri mi arasam? Polise haber versem mi?" Gibi düşünceler aklımdan geçerken bir ara pencereye yöneldim. Onların saat yedi buçuğa doğru gülerek geldiklerini gördüm. Bense meraktan kriz geçirmek üzereydim.
Ne desem diye düşündüm. Anne Baba Okulunda öğrendiğim "Ben mesajlarını" nasıl verebilirim, onları suçlamadan hissettiklerimi nasıl anlatabilirim diye düşündüm. Normalde yani eğitimden daha önceki halimde olsaydım onlara kızardım, bağırırdım. En azından "Neredesiniz siz!" diye çıkışırdım. Genellikle eşim de şunu derdi. "Sana ne? Hesap vermek zorunda mıyız? Çocuğumla beraber geziyorduk işte!" Ben de tekrar bağırırdım "Tabi ki hesap vermek zorundasınız." Küçük atışmalarla başlayan tartışma büyük bir kavgaya dönerdi. Ben küser odaya giderdim. Eşim ise çocukla beraber masaya oturur ve güzelce karnını doyururdu. Ama bu sefer kavgayla bitirmemeye, sizin öğrettiğiniz bu üç tılsımlı kelimeyi kullanmaya kararlıydım.
Eşimle çocuğum gülerek içeri girdiklerinde ben onlara şunu söyledim:
"Saat altıda geleceğiz demiştiniz. Söylediğiniz saatten bir buçuk saat geç geldiğiniz zaman, başınıza bir şeyler gelmiş olacağından çok korktum. Çünkü nerede olduğunuza dair hiç bir fikrim yoktu."
Eşim beni böyle üzgün bir şekilde görünce ve bu duygulu konuşmayı duyunca önce gülmesini kesti. Sonra o da üzüldü ve hatasını kabul ederek, haber vermediği için özür diledi. Onlar ellerini yıkadıktan sonra hep beraber sofraya oturup yemeğimizi afiyetle yedik.
Şimdiye kadar hep kavgayla biten bu tür bir olay bu sefer eşimin özür dilemesi ile noktalandı. Demek ki ben mesajlarında bulunmak ve bu üç tılsımlı kelimeyi kullanmak işe yarıyormuş."
Örnek Problem;
Melek Hanım'ı oğlu Burak hakkında görüşmek için okuldan öğretmeni çağırır. "Burak, dersi dinlemiyor, arkadaşlarıyla çok konuşuyor" diye şikayet eder. Melek Hanım'ın önlem almasını ister. Sizce Melek Hanım burada ne yapmalı?
Burak dersi dinlemediği için çok üzülmeli.
Derste çok konuşuyor olmasından dolayı utanmalı.
Burak'ın okuldaki davranışından dolayı kendisini suçlamalı.
Burak'la konuşmalı. Sınıfta konuşmaması gerektiğini söylemeli.
Öğretmeni suçlamalı.
Burak'ın arkadaşlarını suçlamalı.
Mademki Burak sınıfta susmuyor, sınıfa gidip susturmalı.
Burada ilk önce düşünülecek şey sorunun kime ait olduğudur. Sorunun kime ait olduğunu bulursak sorununda çözümünü buluruz.
Burak diğer öğretmenlerin dersinde nasıl? Hepsinde mi konuşuyor, yoksa sadece bu öğretmenin dersinde mi? Eğer sadece bu öğretmenin dersinde konuşuyorsa sorun o öğretmenin sorunudur. Siz evden gelip, sınıfta susturamazsınız ya.
Eve gittiğinizde "Burak, öğretmen senden çok şikâyetçi. Onun dersinde konuşma" derseniz, Burak öğretmeni hakkında neler düşünecektir? Bu davranışından vazgeçer mi?
Melek Hanım, Burak'la konuşmalı. Ders mi ilgisini çekmiyor? Anlamadığı bir yer mi var? Yanında oturduğu arkadaşıyla bir sorunu mu var? Öğretmenin anlatım tarzını mı beğenmiyor? Ailede bir problem mi var? Bütün bunlar araştırılmalı ve sorun kimde ise çözüm de orda aranmalı.
Örnek Olay:
Gece geç saatler olduğu halde çocuğunuz uyuyamıyor. Yanına gidiyorsunuz ve neden uyuyamadığını soruyorsunuz. Yarın matematikten sınav olduğunu ve çok endişeli olduğunu söylüyor. Burada ne yapmalısınız?
Yahu çocuğum uyuyamayacak ne var ki!
Şu sütü iç yavrum, uyumana yardım eder.
İlk defa mı sınava giriyorsun sanki? Yat uyu işte.
Sen de her şeyi amma büyütüyorsun ha!
Ben sana güveniyorum, sen başarırsın, bu kadar stres yapma.
Anne babalar yukarıdaki gibi çocuklara akıl veren yol ve yöntemlerle yaklaşmaktadırlar. Çocuk ise anne ve babasının kendisini anlamadığını düşünmekte ve aradaki iletişim köprüleri yıkılmaya başlamaktadır.
Burada problemin sahibi kim? Kimin endişe duyması gerekir? Anne baba mı endişe duymalı yoksa çocuk mu endişe duymalı? Anne baba da uykusuz mu kalmalı? Çocuğa nasıl bir yaklaşımda bulunmalı?
Yapılması Gereken;
Anne baba çocuğa yansıtıcı dinlemede bulunmalı ve çocuk da ben mesajları ile kendi duygu ve düşüncelerini ifade edebilmelidir.
"Bu sınav seni hayli endişelendiriyor galiba. İyi hazırlanamadığını düşünüyorsun..."
"Hayır, bütün konulara çalıştım, ama öğretmenin yarın ne soracağını bilmiyorum"
"Çalıştığın halde yanlış yapmaktan korkuyorsun"
"Aslında yanlış yapmaktan korkmuyorum, ya Esra beni geçerse?"
"Esra'nın seni geçmesinden endişe ediyorsun"
"Hep onun birinci olmasından bıktım, bu sefer onu geçmek istiyorum"
"Yarın sınavda başarılı olmak istiyorsun. Bunun için de soruları çok dikkatli okuman gerekiyor. Eğer yeteri kadar uyumazsan yarın sınavda dikkatini toplamakta güçlük çekebilirsin."
"Haklısın Anneciğim, seni çok seviyorum" der. Annesi tarafından dinlenmiş ve anlaşılmış olmanın iç huzuruyla gözlerini yumar.
Bu şekilde konuşmak belki sorunu çözmeyecek, çocuğu o gece uyutmayacak, yarın ki sınavda onu birinci yapmayacaktır. Ancak çocukla anne arasında sağlam bir iletişim köprüsü kurulmuş olacaktır. Çocuk "Annem beni anlıyor" mesajını almış olur. Zaten bu şekilde konuşmaktaki amaç onu motive edip birinci yapmak değil, hayat boyu sürecek olan sağlıklı bir iletişimin temellerini sağlam atmaktır. Çocuk sıkıntısı olduğunda rahatlıkla annesine açılabileceğini ve onun tarafından anlaşılıp kabul göreceğini, eleştirilip yargılanmayacağının mutluluğunu yaşar.
Örnek Olay:
Evde misafirleriniz var. Çocuk, sürekli anne ve babanın sözünü kesmekte ve araya girmektedir. Burada ne yapmalısınız?
Çocuğum sus! Konuşup durma!
Görmüyor musun ben konuşuyorum burada.
Sana bir türlü 2 kişi konuşurken lafa girilmeyeceğini öğretemedik!
Sen şu parayı al, git kendine çukulata al.
Misafirler gitsin, ben sana ne yapacağımı bilirim.
Elbette ki anne baba konuşurken çocuğun gelip o şekilde lafı bölmesinden rahatsız olur. Burada yapılması gereken tehdit değil, ben mesajları olmalıdır.
Ben konuşmamı bitirmeden sen konuşmaya başladığın zaman, ne söyleyeceğimi unutuyorum. Çünkü dikkatim dağılıyor. Müsaade et, konuşmamı bitireyim. Sonrasında sen de ne söylemek istersen söyle.
Çocuğa bu şekilde konuyu izah ettiğimizde çocuğun olayı anlaması daha kolay olacaktır. Küsüp bir kenara çekilmeyecek, anne babaya kendisiyle ilgilenmedikleri için kızmayacaktır. Bizim ne hissettiğimizi daha kolay anlayacaktır.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

İletişim Engelleri

İLETİŞİM ENGELLERİ

İletişim sürecinde engeller, bir mesajın verilmesini ve alınmasını olumsuz yönde etkileyen tüm faktörlerdir. Bu engellerin üstesinden gelmek için varolan engelleri analiz etmek gerekmektedir. Bu analiz;
1) Engellerin ne zaman varolduğu,
2) Bu engellerin neler olduğu,
3) Kaynağı nasıl etkilediğini,
4) Alıcıyı nasıl etkilediğini, anlamaya yardımcı olacaktır. Engeller bütünüyle yıkılıp ortadan kaldırılamaz. Fakat engellerin kaçınılmaz olduğunu bilmek ve neler olduklarını anlamak, bunların aşılmasını sağlayacaktır.(Küçükahmet, 2004: s.124).
Sınıf ortamında iletişimi engelleyen bir takım faktörler şöyle sıralanabilir:

Öğretmen ve öğrencinin;

- İletişime girme amacını tam olarak algılayamaması,
- Bedensel yada psikolojik bir özre sahip olması,
- Barınma, beslenme ihtiyaçlarını yeterince karşılayamaması,
- Birbirlerine güvenmemesi,
- Güvenli ve gelecek ortamının olmaması,
- Ortak yaşantı alanlarının az olması,
- Sevilmemesi, sayılmaması.
Kaynak olarak öğretmenin;
- Öğrenciler tarafından inanılır, güvenilir bulunmaması,
- Öğrencilerini tanıyamaması,
- Alanında yeterli bilgi birikimine sahip olmaması,
- Derse hazırlıksız girmesi
- Sürekli anlatıma dayalı biçimde sunuşa kalkması,
- Sözcükleri kullanırken öğrencilerin seviyesini dikkate almaması,
- Öğrencilerin ilgilerini çekecek yöntem ve teknikleri kullanmaması,
Alıcı olarak öğrencinin;
- O sınıfta bulunma amacının farkında olmaması,
- Sık sık hayal kurup, kendisini dersin dışına itmesi,
- İşlenen konularda kendisi için kullanabileceği bir çıkar görmemesi,
- Öğretmenin mesajlarına tepkiler verme sorumluluğundan kaçması (Ergin A. ve Birol C. , 2000 s.181)
Öğretme – öğrenme ortamı olarak sınıfın;
- Oturma yerleri ve oturma düzeninin rahatsızlık vermesi,
- Havasız, pis, rutubetli, ışıksız,soğuk yada aşırı sıcak olması,
- Öğrenci düzeyine uygun olmaması,
- Görüntüyü veya sesi iyi vermemesi,
- Kullanılamayacak ölçüde bozuk olması
- Yeterli sayıda yada hiç bulunmaması
Karmaşık bir sınıf ortamının insan psikolojisini olumsuz yönde etkileyeceği bilinmektedir. Bu sebeple öğretmenlerin eğitimin tanımında da işaret edildiği gibi “ istendik ve kasıtlı öğrenme yaşantıları”nı dersin özelliklerine uygun olarak kurmaları gerekir.(Özden 2005:s.189)

Sınıf içi iletişimde öğretmenden kaynaklanan başka iletişim engelleri de şunlardır;
1.Emir vermek, Yönlendirmek: Bu iletiler kişinin duygularının önemsiz olduğu mesajını verir. Kişi diğer kişinin istediğini yapma zorunluluğunu hisseder.
2.Uyarmak, Gözdağı vermek: Bu iletiler de emir verme ve yönlendirmeye benzer; ancak kişinin vereceği yanıtın karşılığı olacak tümceleri de içerir. Kişinin isteklerine saygı duyulmadığı mesajını verir. Bu durum kişide öfke ve düşmanlık yaratır.
3.Ahlak dersi vermek: Bu tür ilişkilerde otoritenin ve zorunlulukların gücü kişiye karşı kullanılır. “yapmalısın, etmelisin” mesajlarını iletir ve bireyi karşı koymaya zorlar.
4.Öğüt vermek ve çözüm önerileri getirmek: Kişinin sorunlarını kendi kendisine çözeceği yeteneğinin olmadığına inanıldığını gösterir.
5.Öğretme, nutuk çekme, mantıklı düşünceler önerme: Bu durum sınıf içinde o anda herhangi bir sorun yokken çocuklar tarafından kabul edilebiliyor; ancak, sorun anında bu durum kabul edilmiyor ve daha fazla çatışmalara neden oluyor. Mantıklı düşünceler önerme çocuğun mantıksız ve bilgisiz olduğuna dair mesaj iletir.
6.Yargılamak, eleştirmek, suçlamak,aynı düşüncede olmamak: Bu iletiler çocuk üzerinde diğerlerinden daha fazla olumsuz etki yapar. Bu değerlendirmeler çocuğun benlik saygısını düşürür. Çocuklar hakkında yapılan olumsuz değerlendirmeler çocuğun kendisini değersiz, yetersiz görmesine neden olur.
7.Övmek, aynı düşüncede olmak, olumlu değerlendirmeler yapmak: Genel inanç olarak bu durumun çocuğa zarar vereceği hiç düşünülmez. Çocuğun öz imgesine uymayan değerlendirmelerin yapılması çocukta kızgınlık yaratır. Çocuklar bu iletileri öğretmenin kendilerini yönlendirme ve isteğini yaptırma girişimi için kurnazlık olarak yorumlarlar. “Siz böyle söyleyince sanki ben daha çok mu çalışacağım?” gibi düşünürler. Övgü ise başkalarının yanında yapılıyorsa çocuğu utandırır. Aşırı övgü sonucunda çocuk buna alışır ve övülmeye gereksinim duymaya başlar.
8.Ad takmak, alay etmek: Çocuğun benlik saygısı üzerinde olumsuz etki yapar.
9.Yorumlamak, analiz etmek, tanı koymak: Bu durum çocuğun konuşmasını, kendi duygularını ifade etmesini engeller.
10.Güven vermek, desteklemek, avutmak, duygularını paylaşmak: Öğretmen çocukların duygularını tam olarak anlamadıklarında ortaya çıkar. Böyle bir durumda sorun hiç yokmuş gibi algılanıp avutma eğilimine gidilir.” Üzülme yarın her şey düzelecek, kendini daha iyi hissedeceksin” gibi mesajların verilmesi çocuğun önemsenmediği hissini verir.
11.Soru sormak, sınamak, sorgulamak: Çocuk sorgulanıyor hissine kapıldığında bu durum onda güvensizlik, kuşku oluşturur.
12.Sözünden dönmek, oyalamak, alay etmek, şakacı davranmak, konuyu saptırmak: Böyle iletiler yüzünden çocuk anne babasının onunla ilgilenmediğini, duygularına saygı göstermediğini belki de onu dışladığını, dikkâte almadığını düşünür. Çocuklar sorunlarını dile getirdiklerinde çok ciddidir. Şaka ve espriyle karşılık vermek onları incitebilir ve itilmişlik kenara atılmışlık duygusunu verir.(Gordon 1993)

Görüldüğü gibi öğretme-öğrenme sürecinde kişilerden yada öteki ortamlardan kaynaklanan yetersizlikler ve eksiklikler, yokluklar hep iletişim engeli olarak belirmektedir; ancak tüm bu yetersizliklere eksikliklere ve yokluklara rağmen sınıfta öğretmende vardır, öğrencide vardır. Sınıftaki bu ikili olası tüm iletişim engellerine rağmen iletişim kurmak zorundadırlar. Öyleyse iletişim engellerinin bilinmesi ve varlığının hissedilmesi, iletişimden vazgeçmek için ya da sorumlu tutulacağımız sağlıksız iletişim için sığınaklarımız değil, daha etkili olabilmek için yaratıcılığımızı harekete geçirecek dürtülerimiz olmalıdır.
Bütün bunların yanında, öğretmenin iletişim engellerini tanıması ve önlemler alması da önemlidir. İletişimin amacına ulaşabilmesi için, temel iletişim süreçleri, iletinin niteliği, alıcının özelliği, temel iletişim engelleri, iletişimi başlatan kişi tarafından bilinmelidir.
Sınıf ortamında çok yönlü bir iletişim söz konusudur. Bazen bir öğrenciye gönderilen mesaj bir başka öğrenci üzerinde daha etkili olabilir. Ayrıca öğrenci-öğrenci iletişimi de çok yoğundur ve bu aynı anda birçok duygu ve düşünce harekete geçtiği için dersin akışını etkiler.
Kuşkusuz her zaman mesajlar gönderildiği gibi anlaşılmaz. Sık sık yanlış anlamalar ortaya çıkabilir, örneğin, öğretmenin görüşünü almak yada konuşma fırsatı vermek için soru yönelttiği bir öğrenci, öğretmenin kendisini küçük düşürmek için soru sorduğunu düşünebilir. Bu durum kaynağın duygu ve düşüncelerini uygun iletişim biçimine çevirememesi, doğal davranmaması, alıcının gönderilen mesajı çözümleyememesi vb. nedenlerden kaynaklanıyor olabilir. Bu, tarafların etkili iletişim becerilerinden yoksun olması demektir. Bu açıdan etkili iletişim becerilerinin neler olduğu üzerinde durulmasında yarar görülmektedir.
Aslında iletişim sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasının en önemli nedenlerinden biri,
Alıcının özelliklerinin yeterince belirlenememesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda öğrencilerin seviyelerine uygun öğretim yapmak imkansızlaşmaktadır, “öğretmen işe kendisinin ne bildiği ile değil, öğrencinin ne bildiği ile başlamalıdır” fikri etkin bir öğretimin ilk şartı kabul edilmelidir.
Sonuç olarak, öğretimin etkili olmasında iletişimin merkezi bir rol taşıdığı bunun için öğretmenlerin etkili iletişim becerilerine sahip olması ve bunları öğrencilerine de kazandırmaya çalışması gerektiği söylenebilir.
Öğretmenlerin bu becerilere sahip olması öğretmen adaylarının etkili iletişim kurup kuramadığına bakılarak ve etkili iletişim kuranlar tercih edilerek ve öğretmenleri etkili iletişim becerileri konusunda yetiştirerek sağlanabilir. (Açıkgöz 2005: s.161)
Öğretimin etkili olabilmesi, iletişim süreçlerinin iyi işletilmesine bağlıdır. Bu da iletişimin, iletişim becerilerinin ve iletişim örüntülerinin iyi anlaşılmalarını gerektirmektedir


ÇOCUĞUNUZUN KAYGISINI ARTTIRMAYIN
 
İmtihanlara hazırlanırken öğrencilerde ortaya çıkan gerilim ya da moda deyimiyle “stres” eğitim başarısı önünde ciddi bir engeldir. Türkiye’de üniversite giriş imtihanlarına hazırlanan 4711 öğrenci üzerinde yapılan araştırmada öğrencilerin stres düzeylerinin ameliyat olacak hastaların kaygı düzeylerinden daha yüksek olduğu görülmüştür. Çocukların sınava hazırlandıkları sırada anne babalara düşen en önemli görev çocukların çalışma isteklerini arttırmak ve onu çalışmaya teşvik etmek için kaygı yükseltici yaklaşımlardan kaçınmaktır.


BİR HİKAYE
Küçük Sevim, evlerinin önündeki rengarenk çiçeklerle süslü bahçeye girdi. Yüreği sevinçten hopluyordu. İçinden; “Annem çiçekleri sever; şimdi bir demet yapıp götürsem kim bilir ne kadar sevinir? ‘Kızım beni hatırlamış ’ diye yanağıma bir de teşekkür öpücüğü kondurur.” Diye düşündü.
Bu mesut hayal içinde çiçekleri topladı. Onları küçücük elleriyle tek tek bir araya getirip demet yaptı. Anneciğini daha çok mutlu etmek için mutfağa koştu. Raftan bir bardak aldı. Çiçek demetini içine yerleştirdi. Sonda da su ilave etti.
Sevinçten zıplayarak mutfaktan çıkarken elindeki bardak kaydı; yere düşüp paramparça oldu. Çiçekler etrafa saçıldı. Annesi, yandaki odadan kırılan bardağın sesini duymuş, dışarı fırlamıştı. Küçük Sevim korkudan de diyeceğini bilemedi. Anne yerdeki cam kırıklarını görünce sinirinden deliye döndü. Ve küçük kızının niyetini sormadan dövmeye başladı. Kızcağız neye uğradığını şaşırmış, can havliyle, “Anneciğim ne olursun vurma!” diye yalvarıyordu. Kızgınlığı hala geçmemiş olan anne, hem bağırıyor hem de vuruyordu. “Seni eşşek seni o güzelim bardağı kırarsın ha! Bu dayak senin aklını başına getirir.”
Takdir ve öpücük beklerken, bir ton dayak yiyen küçük Sevim, annesine içinden kin beslemeye başladı. Ona bir daha çiçek hediye ettiğini gören olmadı.


SEVGİLİ ANNECİĞİM
Daha karnındayken benimle konuştuğun ve bana arkadaşlık ettiğin için ,
"Doğduğun gün hayatımın en güzel günüydü."dediğin için ,
Pişiklerimi pudralayarak beni rahatlattığın için,
Kocaman sarılmaların ve öpücüklerin için,
Ben öğreninceye kadar sonsuz kere "anne... anne...anne..."yi tekrarladığın için,
Gömleğimin kollarını kullanmayayım diye burnumu silmek için elinde bir mendille peşimde koştuğun için,
Daima "Neden? Neden?Neden?" sorularını sormamı teşvik ettiğin için ,
Piyeste söylemem gereken tek satırı unutunca, seyirciler arasında oturduğun yerden fısıldayarak hatırlattığın için ,
Harika gülümsemelerin için ,"Benim en iyi arkadaşım" olduğun için ,
Bana güvendiğin için ,
uzaktan seven bir anne olmadığın için,
Hasta olduğum günlerde bütün gece başımda beklediğin için,
Benimle güldüğün ,benimle ağladığın için,
"Seni seviyorum" dediğin için,
"Ben sana söylediğim !"lerini dilinin ucuna gelse de yuttuğun için ,
Üniversiteyi kazanıp uzaklara gittiğimde,gözyaşlarını gizlemeden beni özleyeceğini söylediğin için,
Eğitimin bütün kitli kapıları açacağını öğrettiğin için,
İhtiyacım olduğunda daima orada olduğun için,
Hiç bir şeyin kolay elde edilmeyeceğini,başarının çok çalışmak gerektirdiğini öğretiğin için,
Hayatın en güzel yıllarını bana adadığın için,
Bana sevgimi ifade etmeyi öğrettiğin için,
"Benim biricik annem sen olduğun için
TEŞEKKÜRLER..."
Ve hepsinden çok evrendeki" En iyi anne"olduğun için
TEŞEKKÜRLER